Tuesday, October 31, 2006

Ben haftasonuna haftasonu demem içinde sinema aktivitesi olmayınca!


Törendi kutlamaydı derken bir haftasonunu daha geride bırakırken sanatsal faaliyetlerden de geri kalmadık tabii ki. Yer gök yıkılıyo "HOKKABAZ HOKKABAZ" diye. Eğer sizde haberlerde yada şu saçmasalak magazin programlarından birinde denk geldiyseniz filmin galasından görüntülere ne demek istediğimi anlamışsınızdır. Filmi seyreden herkes "10 numara", "şahane", "Cem yine döktürmüş", "bu sefer güldürmenin yanında bir de ağlattı bizi Cem" gibi laflar etti. E insan merak ediyo tabii. Zaten pek de fazla iyi alternatif olmayınca napalım bizde gittik izledik. Alternatif yok diyorum, nasıl olsun? HOKKABAZ sadece Istanbulda, yanlış saymadıysam eğer(ki emin olmak için iki kere saydım) tamıtamına 65 salonda birden oynuyor. Türkiye çapındaki salon sayısını saymaya bünyem müsaade etmedi. E şimdi bu haksızlık değil de nedir?

Vizyonda Hokkabazla birlikte dört tane daha Türk filmi var. Bunlardan iki tanesi de bence gerçekten izlemeye değer filmler. İlki Nuri Bilge Ceyhan'ın İKLİMLER'i diğeri de Reha Erdem'in BEŞ VAKİT'i. Yerli ve yabancı festivallerde kendilerini kanıtlamış olan bu iki filmin gösterildiği toplam sinema salonu sayısıysa İstanbul'da sadece 15 civarında. Bunu sadece benim oturduğum Anadolu yakasına indirgersek filmlerden birini izleme olanağım tamamen ortadan kalkarken, diğeri içinde seçenekler sadece 3'e iniyor.

Neyse biz HOKKABAZ'a dönelim. Maalesef ben filmi o galadan çıkanlar kadar şahane bulmadım. Hikaye fena değil belki ama tam olarak iyi işlenememiş bence. Ne çok güldüm filmi izlerken ne de gözlerim yaşardı. Filmin komikliği de duygusallığı da çok vasat boyutlarda kalmış bence .Dikkatimi çeken bir diğer şeyde kullanılan kostümlerdi. Cem Yılmaz'ın(yani İskender'in) kıyafetleri biraz modası geçik gibiyken onun en yakın arkadşı, iş ortağı Maradona da renk renk eşofmanlarıyla The Royal Tenenbaums' tan fırlamış gibiydi. Birde Özlem Tekin'i oyuncu değil de şarkıcı olarak izlemeyi tercih ederim.

Benden bu kadar. İzlemek izlememek size kalmış!

Sunday, October 29, 2006



Arkadaşlar!! Hepinizin Cumhuriyet Bayramını en içten dilklerimle kutluyorum.

Sizin kutlama programınız nasıldı bilmiyorum ama benimki oldukça yoğundu. İlk olarak, sabah erkenden kalkmak suretiyle tüm hazırlıklarımı yaparaktan(hiç sevmediğim halde, sırf günün anlam ve önemine uysun diye takım elbisemi giydim.Hani öğretmeniz ya ciddiyetimiz olsun!) doğruca okuluma doğru yola döküldüm. Tabii yollar bomboş (e normal olarak! kim olacak ki pazar sabahı o saatte sokaklarda?) Sadece öğretmenler ve öğrenciler. Öğrencileri formalarından, öğretmenleri de "takım elbiselerinden" kolayca farkederkten, boş yollarda gitmenin de keyfini sürerekten vardım okuluma. Bir okul klasiğidir törenlerin başlayacağı söylenen saatten en az bi yarım saat sonra başlaması. O yarım saati de diğer tüm "takım elbiseliler" le sohbet ederek ve çayımı yavaş yavaş yudumlayarak geçirdikten sonra indim bahçedeki tören alanına. Protokolde biz "takım elbiseliler" için ayrılmış yerlerimizde oturduk ve başladık töreni izlemeye. Şimdi siz hepiniz törenle ilgili ilginç bişey anlatıcam diye bekliyosunuz dimi? Ama boşuna! Anlatacak maalesef ilginç birşey yok. Törenler nasıl olur bilirsiniz; konuşmalar, şiirler, şarkılar... İlginç olan, okula başladığımız günden beri bildiğimiz bu şiirlerin, şarkıların her defasında bizi ilk defa dinliyormuşuz gibi duygulandırıyor olması!



Neyse efendim törenden sonra, hala cok fazla kalabalıklaşmamış olan yollardan geçerek eve döndüm ve ilk iş olarak "takımımdan" kurtularak Pazar günü moduna geçtim. Bir takım işlerimi halletmek üzere karşıya geçtim (hayret edilecek şekilde trafik hala tenhaydı) ve geri döndüm. Akşam saatlerine doğru yaklaşırken annem, Cumhuriyet Bayramı dolayısıyle Boğaziçi köprüsünden atılacak havayifişekleri ve köprüden denize doğru akıtılacak alev şelalerini izlememiz gerktiği konusunda ısrarcı bir tavır takınmaya başladı. Biz de onu kırmayarak Beylerbeyinde ki çay bahçelerinden birinde yerimizi aldık. Saat 19:30 da başlayacağını düşündüğümüz gösteri saat 21:00 da başladı. Üşüyerek geçrdiğimiz 1,5 saatin ardından başlayan gösteri sanırım 5 dakika falan sürdü. Gördüleriniz de köprüden yakalayabildiğim birkaç kare!


Gülmeyi sever misiniz?? Ya sinemaya gitmeyi?? Eminim ikisine de cevabınız EVEEET! Peki ya ikisni aynı anda yapmaya ne dersiniz?? O zaman müjdemi isterim: Bonus Card 5.Uluslararası Komedi Filmleri Festivali dün yani 27 Ekim itibariyle başlamış bulunuyor ve 2 Kasıma kadar da devam edecek. Festivalde 8 ana başlık bulunuyor:

1. Fransız Kahkası (ki ben bu bölümün bu sene pek rağbet göreceğini sanmıyorum)
2. Avrupa Gülüyor (Avrupa filmlerini sevenler için iyi bir alternatif)
3. Amerikan Bağımsızları (Amerikan sinemasından vazgeçmem diyenler için)
4. Kısa ve Komik (Kısa filmlere karşı özel bir ilginiz varsa)
5. En Çok Güldüklerimiz (Bu yıl içinde en çok güldüğünüz filmi tekrar izlemek isterseniz)
6. Kemal Sunal Anısına
7. Charlie Chaplin'le Özel Buluşma
8. En Ciddi Komedi Film Yarışması

Festivalin açılışı Pedro Almodovar'ın VOLVER adlı filmiyle yapıldı.Bu filmle Penelope Cruz Cannes' da En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazanırken, Pedro Almodovar da En İyi Senaryo ödülünü kapmayı başardı. Film Altın Palmiye'ye de aday olmuştu. Şahsen benim mutlak görülmesi gereken filmler listemde üst sıralarda yerini alıyor bu film. Ancak sizde bu filmi benim gibi görmek istiyor ancak 2 Kasıma kadar vakit çok az, kesin kaçırdık bu filmi diye düşünüyorsanız merak etmeyin. Volver (Dönüş) 3 Kasım da sinema salonlarımızda ki yerini alacak ve bizim bu filmi seyredebilmek için bol bol vaktimiz olacak (umarım!!)

Bu filmi ve festivaldeki diğer filmleri izlemek istiyorsanız Maçka G-Mall veya Beyoğlu Alkazar sinemalarına ya da Fransız Kültür Merkezine gitmeniz gerekiyor. Hatta ve hatta Fransız Kültür Merkezindeki gösterimler ücretsiz. Daha fazla bilgi için www.komedifilmlerifestivali.com u tıklayabilirsiniz.

Haydi kalın sağlıcakla!!

Thursday, October 26, 2006

Serin sulardan çıkıp kızgın kumlara yatmak gibiydi tatil sonrası ilk iş günü.Evet arkadaşlar, dört gözle beklediğimiz koskoca bayram tatili göz açıp kapayıncaya kadar uçup gitti ellerimizden.

Sizi bilmem ama ben yapmayı planladığım hiçbirşeyi yapamadım bu tatilde. Zaten şehir dışına çıkmak üzere yaptığım tüm o güzelim planlar turumuzun son anda iptal olmasıyla heba olmuştu. Bari güzelim İstanbul' un tadını çıkartırız gezer dolaşırız, ne zamandan beridir karşı tarafa geçemiyoruz biraz turlar Boğaz sefası falan yaparız dediydik. İyi ki de demişiz boşalmış gibi gözüken ama hiçte boşalmamış olan güzel İstanbulumda trafik yüzünden bu planımızı da gerçekleştiremedik. Neyse napalaım artık birdahaki bayramı beklemekten başka çare yok. Amaaan neyse zaten tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkanı değil midir? Tatile gidebilmiş olanlar da döndüler nasıl olsa buralara :)

Bir dahaki bayram tatili 31 Aralıkta başlıyor. O zamana kadar hepinize iyi çalışmalar!!

Monday, October 23, 2006


Bayram deyince sizin aklınıza ne gelir? Benim aklıma tabii ki ilk önce çeşit çeşit bayram şekerleri, çikolatalar gelir. Daha sonra bayramda giyilmek üzere alınmış yeni kıyafetler, ayakkabılar. Ve tabii ki de el öpmek suretiyle anne-baba ve mevcut tüm aile büyüklerinden alınacak bayram harçlıkları. Son olarakta her bayram sabahı radyoda mutlaka ama mutlaka duymaya alıştğım bir Barış Manço şarkısı;

Bugün Bayram
Erken kalkın çocuklar
Giyelim en güzel giysileri
Elimizde taze kir çiçekleri
Üzmeyelim bugün annemizi..

Az kalsın unutuyordum bir de sadece Ramazan bayramına has, koskoca bir aydan sonra, bayram sabahı kurulan mükellef kahvaltı sofrası.

Gerçi artık çoğumuz bayramlara sadece tatil gözüyle bakıyoruz ama eminim size de benim gibi hala böyle naif şeyler hatırlatıyordur bayramlar.Evet arkadaşlar bir Ramazan ayını daha bitirdik ve bayaram ulaştık çok şükür. Hepinizin bayramını kutluyorum. Ailenizle ve sevdiklerinizle nice mutlu bayramlar diliyorum.

Sunday, October 22, 2006

Herkese tekrar merhaba! Artık buradayım :))
Gecen aksam isten eve donuyordum. Trafik berbatti herzamanki gibi. Bir taraftan yagmur ciseliyordu. Radyoda Deniz Seki cok sevdigim sarkısını soyluyordu:

Bu şehre sonbahar geldi
Pembe yapraklar
Konusmasam bile beni anlar bütün ağaçlar...

Derken şarkının sonlarına dogru dj Deniz ablanın bu şarkıya Amsterdam'da bir klip çektiğini ve klibin tüm müzik kanallarında dönmeye başladığını döyledi. Çok sevdiğim bir şarkının klibi çok sevdiğim bir şehirde belki de Avrupa'nın en güzel şehrinde Amsredam' da çekilmişti. Merakla klibi bekledim o akşam ama maalesef denk gelmedi. Ertesi gün şansımı tekrar denedim ve bingo!



Sonuç: Tam bir hayal kırıklığı. Radyodaki dj'den duymuş olmasam asla anlayamazdım klibin Amsterdam'da çekildiğini. Deniz abla neredeyse tüm klip boyunca bir parkta bir bankın üstünde oturarak söylüyordu şarkısını. Ne Amsterdam'ın o muhteşem köprüleri ve kanalları vardı kadrajda, ne şehrin sembolü olan bisikletler, ne de kendine özgü mimarisiyle inşaa edilmiş evler.
Bana sorarsanız o kadar yolu boşuna gitmişler. Aynı klibi Belgrad Ormanında da çekebilirlermiş
Geçen gun sevgili arkadaşım ibeking bahsetmişti. Dun de gazetede Haşmet Babaoğlu yazmış. Ben de bugun bahsetmeden edemeyeceğim...

Efendim tanıyanlar bilir bendeniz sinemayı cok severim. İyi filmlerin hepsini mümkün olduğunca kaçırmamaya çalışırım. Lakin son zamanlarda pek bi şikayetçiydim sinemalarda izlenecek doğru dürüst bir film olmamasından. Ama nihayet güzel bir film salonlardaki yerini aldı: Devil Wears Prada yani Şeytan Marka Giyer.





Filmin başrollerinde Meryl Streep ve Acemi Prenses filmlerinden tanıdığımız Anne Hathaway var.Çok önemli bir moda dergisinin azılı editörünün asistanı rolünde izliyoruz Hathaway'i. Gayet başarılı ve şirin bir oyunculuk sergiliyor bence. Filmin başlarında pek bir salaş demode kıyafetlerle izliyoruz asistanımızı. Tabii bu durum çalıştığı ortam ve birlikte çalıştığı insanlarla tam bir tezat oluşturuyor. İnsan bir taraftan da düşünmeden edemiyor bu devirde New York gibi bir yerde yaşarken nerden buldun bu kıyafetleri diye.

Asistanımızın bu halini düşünürken aklıma başrollerinde Türkan Sulatan ve Ediz Hun'un oynadığı, benim de her türlü saçmalığına rağmen bıkmadan usanmadan tekrar tekrar izlediğim bir Türk filmi geliyor. Mutlaka seyretmişsinizdir hepiniz. Ağzına doldurulmus pamuklarla şişman ve paspal bir sekreteri canlandırıyor Türkan Sultan. Ediz Hun da yakışıklı ve çapkın patron. Kızımız çapkın patronuna aşık olur ancak patronu onunla sadece alay eder. Bunun üzerine kahramanımız hemen hain ve sinsi bir intikam planı geliştirir. Bir dizi operasyondan sonra (ağızdan pamuklar çıkar)Türkan abla moda dergilerinden fırlamış bir model görünümüne sahip olup patronunu kendine aşık eder. Eh gerisini de siz hatırlayıverin artık...

Şimdi bunun konumuzla ne alakası var diyeceksiniz? İşte Anne Hathaway de aşk yüzünden değil ama New York'un en ünlü moda dergisinin editörü olan patronunun gözüne girebilmek için işte hemen hemen böyle bir değişimden geçiyor. O paspal asistan gidiyor yerine tam bir New Yorker geliyor.

Gelelim moda dergisinin ve hatta adeta moda dünyasının patronu rölündeki Meryl Streep'e. Tamamen beyaza boyanmış kısa saçları son derece şık kıyafetleri ve de inanılmaz derecedeki otoritesiyle sanki o karakteri oynamıyor yaşıyordu. Bir rol bir insana ancak bu kadar yakışabilir. Film boyunca filmi beraber izlediğim arkadaşımla birlikte "that's all" demesini bekledik. Bu kadar sessiz sedasız bir otorite gücü insana bu kadar da olmaz ki canım dedirtiyor.


Neyse arkdaşlar özetle hepinize bu filmi izlemeniz şiddetle tavsiye ediyorum. Şimdiden iyi seyirler!

"That's all!!"