Sunday, January 28, 2007




Karlar düşer...
Düşer düşer ağlarım
Hep isminii..
Hep ismini anarııımmm!!

Napiim kar görünce illa ki bu şarkı geliyo aklıma, bütün gün takılıp kaldı ağzıma.

Saturday, January 27, 2007

Bugün çok mutluyum. Ne zamandır yolunu gözlediğim "yağmur" nihayet yağdı bugün. Hem de neredeyse bütün gün. İnşallah bu birkaç gün daha böyle devam eder.
Evet biliyorum yağmur yada kar yağdığı zaman İstanbul'a, hayat felce uğruyor.Zaten berbat olan trafik iyice çekilmez hale geliyor, saatlerimiz dura kalka yollarda heba oluyor. Ama bu sene ben neredeyse bunları bile özledim.
Normalde yılın bu zamanları yeter artık yağmasın şu yağmur, kar, göstersin artık şu güneş gül yüzünü dememiz gerekirdi. Ama bu sene tam tersi. Sizi bilmem ama Ocak ayında yaşadığımız bu güzel güneşli günler bende stres yaratmaya başladı. Her sabah yataktan kalkıp bir umut cama koşuyorum, belki gece yağmur yağmıştır diye. Ama her seferinde hüsrana uğruyorum. Neyseki bu sabah öyle olmadı. Bu sabah kalktığımda güneş parlamıyordu, yağmur da yağmıyordu ama en azından kara kara bulutlar yağmurun gelmekte olduğunu müjdeliyordu. Ve nihayet yağmur başladı çisi çisi yağmaya. Aldı beni bir mutluluk. Üzerimden büyük bir yük kalktı sanki. Yağmursuz karsız kış mı olur canım. Yarın sıcaklık biraz daha düşekmiş hatta kar bile yağabilirmiş. Kar yağmasını gerçekten, hem de tatil zamanı, bu kadar isteyeceğim hiç aklıma gelmezdi doğrusu. Ama böyle düşünen tek kişi ben değilim, onu da biliyorum!!
Herkese karlı olmasa bile bol yağmurlu günler diliyorum.

Tuesday, January 23, 2007


Pazar günü hava pek güzeldi, güneş pırıl pırıl parlıyordu. Uzun zamandan beri şöyle güzel bir Boğaz kahvaltısı yapmıyorduk. Güzel havayı da değerlendirmek için attık kendimizi erkenden yollara.

Hedef Rumeli Hisarı..
Amaç geçenlerde gazete de okuduğum yeni mekanı keşfetmek...Mekanın adı Limon...Küçücük şirin bir yer...oyle cok geniş bir kahvaltı menüsü yok..bildiğiniz Turkish kahvaltı...birkaç çeşit lezzetli peynir,zeytin,domates salatalık ve benim gibi meraklısıysanız şahane ev yapımı reçeller... Bir güzel karnımızı doyurduktan sonra doğruca çıkıyoruz Boğaz'da yürüyüşe. Hava çok güzel; insanı hafiften ısıran bir rüzgar var..Yürüyüş rotamız Bebek' e doğru...Amaç tabii ki mideye birer waffle indirmek!!Yürürken yaktığımız üç beş kaloriyi hemen yerine kat kat fazlasıyla koymak durumundayız, mazallah, noolur noolmaz!

Yürürken balıkçılar takılıyor gözümüze ve ayaklarımıza. Sahil alabildiğine balıkçı kaynıyor, hepsi rastgele sallamışlar oltalarını bekliyorlar istavritlerin gelmesini...Bazıları şanlı...üç dört istavrit birden takılmış oltasına, doldurmuş kovasını...Bazıları da bekliyor da bekliyor, tam tamam, galiba birşey takıldı ucuna diye çekiyor oltasını, bir de bakıyor sadece bir tane küçüçük istavrit yavrusu, kıraça gelivermiş...Ama olsun yine de özenle çıkarıp atıyor kovasına kıraçasını

Saate bakıyoruz epey olmuş, artık yavaş yavaş evlere doğru yol alma zamanı..Kahvaltı olayına fazla ara vermemek üzere sözleşip evlerimize dağılıyoruz.

Wednesday, January 17, 2007

Bir dizi başladı hepimiz bir anda hastası olduk...Salı olsa da izlesek diye günleri iple çeker olduk. Salı geceleri sanki hayat duruyor. Camdan dışarı bakıyorum, televizyonları görebildiğim diğer evlere, istisnasız hepsi aynı şeyi gösteriyor: "Binbir Gece".

Binbir Gece Masallarını hepimiz biliriz. Hikayeye göre Fars Kralı Şehriyar Hindistan ile Çin arasında bir adada hüküm sürermiş. Bir gün Şehriyar karısının kendisini aldattığını öğrenince çok sinirlenir ve tüm kadınların sadakatsiz ve nankör olduğuna inanmaya başlar. Bu sinirle önce karısını öldürtür. Bundan sonra her gece yeni bir gelin alır ve geceyi geçirdikten sonra tan vakti kadınları idam ettirir. Nihayet bir gece gelin olarak Şehrazat'ı alır. Daha önceki gelinlerin başlarına geleni bilen Şehrazat bu işe bir son vermek için akıllıca bir plan yapar. Her gece Şehriyar'a çok güzel ve heyecanlı hikayeler anlatmaya başlar. Ancak hikayenin en heyecanlı yerinde durur ve devamını ertesi gün anlatacağını söyler. Tabii hikayenin sonunu merakla bekleyen kral hikayenin sonunu öğrenebilmek için Şehrazat'ı öldürtmez ve bu böylece sürüp gider.İşte bu yüzden de bu hikayelere Binbir Gece Masalları denir.
Şehriyar ve Şehrazat'ın 3 tane çocukları olur. Şehriyar zamanla yumuşar ve kadınlara olan öfkesi de diner.

Bizim izlediğimiz Binbir Gece'de işte bu hikayeden yola çıkmış modern bir İstanbul masalı bana kalırsa.
Dizinin, benim en sevdiğim bir diğer yanı da müzikleri. Dizinin orjinal müzikleri çok başarılı.Ancak patronların sürekli Şehrazat'ı düşünürken dinledikleri "The Kalender Prince" adlı eser tam bir masalsılık katıyor bence olaya.

Bakalım ilerleyen haftalarda bu masal nasıl ilerleyecek!!

Wednesday, January 10, 2007

İstanbul'u sis bastı...beyaz bir örtü kapladı şehrin üstünü...göz gözü görmüyor...camdan dışarı bakıyorum sadece en yakındaki evleri görebiliyorum,diğerleri yok olmuş sanki.

Servet-i Fünun Edebiyatını hatırlar mısınız lisedeki edebiyat derslerinizden:"Servet-i Fünûn batı etkisindeki Türk edebiyatının II.önemli safhasıdır.Bu edebiyat, Sultan Abdülhamit zamanında doğmuş, gelişmiş ve yine bu devirde son bulmuş bir edebiyattır.Bu edebiyat akımının önde gelen şairlerinden biri de Tevfik Fikret'tir."

İnsan derslerde öğrendiği birçok şeyi hatırlamaz daha sonra...yani genel birşeyler vardır kafasında ama tam olarakta anlatamaz işte..Diğer taraftan bazı öğrendiğimiz, okuduğumuz şeyler vardır ki hiç unutmayız, çünkü onlar bir şekilde sürekli çıkmaktadırlar karşımıza hayatımız boyunca. İşte "Sis" de öyle. Tevfik Fikretin meşhur şiiri...



Satrmış yine âfâkını bir dûd-ı muannid,
Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid,
Tazyikının altında silinmiş gibi eşbâh;
Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;
Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar
Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar.
Lâkin sana lâyık bu derin sütre-i muzlim,
Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim;
Ey sahn-ı mezâlim... Evet, ey sahn-ı garrâ,
Ey sahne-i zî-şa'şaa-i hâile-pirâ!

...



Ve bu da Amdülmecit Efendi'nin bu şiirden etkilenerek yaptığı "Sis" adlı tablo













Tam yatağıma yatmış, uykuya dalmaya çalışırken ve İstanbul alabildiğine sise teslim olmuşken aklıma geliverdi bu şiir ve bu tablo. Sanırım Lise 1'deydim bu şiiri öğrendiğim ve Tevfik Fikret'in Aşiyan'da ki evinde bu tabloyu gördüğüm zaman...Heeeyy gidi günler hey..İşte böyle aklıma bütün bunlar gelmiş, uykum da kaçıvermişke sizlerle paylaşayım dedim...

Tuesday, January 02, 2007

Dün akşam oturmuş bilgisayarımdaki resimleri temizliyordum. Bir yığın resim...Derken bir ara çektiğim "GÖZ" resimlerimi buldum.
Geçen sene bu zamanlar büyük bir hevsle, hiç üşenmeden,4 hafta, haftanın üç günü Taksim' e fotoğrafçılık kursuna gitmiştim. Kesinlikle diyebilirim ki bugüne kadar yaptığım en iyi aktivitelerden biriydi. Tabii ne hayaller ne hayaller, gelişmiş SLR makinalar mı almadım, sergiler mi açmadım...Sergi temamı bile belirlemiş yavaş yavaş, amatörce üzerinde çalışmaya başlamıştım. Sergimin teması "gözler" olacaktı. Renk renk, büyüklü küçüklü, üzgün yada mutlu bakan gözler.
Maalesef sergi hayalimi gerçekleştiremedim ama hazır burada imkan varken "gözlerimi" sizlerle paylaşmak istedim :)
Gözleriyle bana poz veren bütün arkadaşlarıma teşekkür ederim!!

Monday, January 01, 2007

ARKADASLAR,
HEPİNİZE MUTLU YILLAR :))