Monday, November 27, 2006

Sınav haftası bitti, sınav kağıtları okundu, öğrenciler sınav notları konusunda bilgilendirildi ve sınav kagıtları tozlanmak üzere raflardaki yerini aldı. Bu sebeple üzerime bir rahatlık çöküverdi, dolayısyle haftalardır gidilemeyen sinema salonunun yolu hatırlandı ve haftasonu tatili iki film birden izlemek suretiyle değerlendirildi. Bu arada çok sevgili lakapdaşım, canım arkadaşım "Engim"den çook güzel bir haber alındı. Bebişimizin cinsiyeti öğrenilmiş, "kız" :)) Aso'yu ve Engi'mi tekrar tebrik ediyor, yeğenimi sevmeyi dört gözle bekliyorum!!


Cumartesi günü izlenen ilk film bir Türk filmi olan "İlk Aşk"tı. Çekim, görüntü ve oyuncu seçimi bakımından oldukça başarılı bir filmdi bence. Bir Türk filminden ziyade bir İtalyan filmi izliyormuş izlenimi bıraktı bende. Mekan olarak seçilen Foça'nın da bunda önemli bir rolü vardı bunda bana sorarsanız. Konu adından da anlaşılacağı üzere "unutulmayan" ilk aşklar. Biri mutlu, diğeri mutsuz sonla biten iki "ilk aşk" hikayesi izledik.Yer yer güldük, yer yer duygulandık ama ağlamamızı gerektirecek bir durum olmadı Allaha şükür :) Tek bir derdi vardı filmin bence; o da ilk yarıda temponun yer yer çok düşmesiydi.Hatta birara ara vermeyi unuttuklarını düşündüm. Halbuki daha bir saat olmamıştı bile. Ama ikinci yarı aynı hisse kapılmadım. Söylemek isterim ki "Hokkabaz"dan yada "Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu"ndan daha çok izlenmeyi hakeden bir film.(bu arada Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu henüz vizyona girmedi ama filmin fragmanı bile hakkında yeterince fikir sahibi olmamıza yetiyor). Sonuçta Türk filmleri hakkında şöyle bir kanıya vardım: Biz saf komedi yada fantastik filmler yazma ve çekme konusunda çok başarısısız. Başarılı olduğumuz alan dram. Ancak gerçek hayattan beslenen ve bu noktadan yola çıkan filmlerle başarıyı yakalayabiliriz.(bknz. Babam ve Oğlum, Eğreti Gelin, Dondurmam Gaymak vs.)


Gelelim ikinci filmimize..."The Departed", Türkçe versiyonuyla "Köstebek". Kadronun ve yönetmenin ne kadar iyi olduklarını söylemeye gerek bile yok. Hastalıklı rollerdeki başarısıyla Matt Damon, muhteşem adam Jack Nicholson, oldukça olgulaşmış görüntüsü ve oyunculuğuyla dikkat çeken Leonardo DiCaprio ve yönetmen koltuğunda da Martin Scorsese. Film baştan sona kadar büyük bir zevkle izlettiriyor kendini. Heyecanın dozu giderek artıyor, kim ölecek kim kalacak, köstebek ortaya çıkacak mı, Allahım nolacak diye sabırsızlıkla bekliyosunuz filmin sonunu. Buraya kadar herşey çok güzel ama filmin sonu birazcık da olsa hayal kırıklığı yaratıyor insanda. Sanki hadi tamam artık bitirmemiz lazım bu filmi dercesine bir son hazırlanmış, daha önceden deyinilen birçok ayrıntı es geçilmiş. Ama olsun yine de heyecan temposu yüksek, üç yakışıklının başrollerini paylaştığı görülmeye değer bri film var karşımızda. Ben izleyin derim, tercih sizin :)

No comments: