Tuesday, December 26, 2006


Bu sezon sihirbaz filmleri pek bir revaşta. Tam üç tane sihirbaz filmi izledim bu sene.
Bunlardan ilki "The Illusionist" dı. Başarılı,karizmatik,esrarengiz sihirbaz rolunde cok sevgili Edward Norton vardı. Filmi ben cok beyenmistim. Uzun zamandır izlediğim(izlerken bir sonraki sahnede ne olacağını kestiremediğim,beni şaşırtan ve heyecanlandırmayı başaran)en iyi filmlerden biriydi.
Daha sonra malumunuz Turkish sihirbaz "Hokkabaz" girdi gösterime. Tabii Edward Norton'ın karizmatik sihirbaz tiplemesinedn çok uzaktı Cem Yılmaz'ın "hokkabaz" tiplemesi. Bu arada adamların 1800'lü yıllardaki sihirbazlık anlayışıyla bizim hala 2000'li yıllarda bile yaptığımız en iyi numaranın şapkadan tavşan çıkartmak falan olması da ayrı bir üzüntü kaynağıydı.
Gelelim üçüncü filmimize, yani "The Prestige"e. Aslında "Illusionist" ile birçok ortak noktası var filmin. Hem aşağı yukarı aynı dönemlerde geçiyor olması hem de izledikçe bir bir ortaya çıkan surpriz gelişmeler oldukça benzer. Ancak önemli bir fark var, bu filmde yakışıklı, karizmatik,yetenekli, hırslı...bir değil tam iki tane sihirbaz var!! Hugh Jackman ve Christian Bale. Tabii bir de bu iki yakışıklı arasında Scarlett Johansson. Ve tabii Michael Caine.
Bu tarz filmlerden hoşlanıyorsanız,kaçırmayın derim ben.

Wednesday, December 20, 2006

Bugün pek bir hamaratlığım üzerimdeydi. Haftasonu yapmayı planladığım yılbaşı kurabiyelerinin ön çalışmasını yapmak üzere eve gelirgelmez kendimi mutfağa attım. Tabii bunu yapmadan önce yılbaşı kurabiye tarifleri üzerine net aleminde kapsamlı bir araştırma yaptım...tavsiye ederim, blog kardeşi pastaci'nın sayfasında inanılmaz güzellikte kurabiyeler buldum. Ancak tarifler ve gerekli malzemeler beni aşınca, e tabii biraz da tembellik olunca, işin kolayına kaçaraktan kendimi marketin Dr.Oetker reyonuna attım. Hemen 1 adet tatlı kurabiye unu ve bonibon alarak evin yolunu tuttum. Ve koyuldum kurabiyelerimi yapmaya. Bu arada fellik fellik adam şeklinde kurabiye kalıbı arıyorum ama maalesef henüz bulamadım...bulamazsam çam ve çan şeklinde olanlarla yetinmek zorunda kalıcam!

Kurabiye hamurunu bir güzel hazırladıktan sonra ikiye ayırdım. İlk tepsiyi sade

İkinci tepsiyi de tarçınlı ve zencefilli yapmaya karar verdim.

Henüz deneme aşamasında olduğum için afilli kalıplar yerine bardakla yetindim. E adam kalıbım olmadığı için de adamları bizzat kendim yaptım :)
Şimdi diyeceksiniz ki "yahu enginar kardeş senin çoluğun yok çocucuğun yok, nedir bu adam kurabiye takıntın ya da nerden çıktı bu yılbaşı kurabiyesi yapma işi?" Hepsi minik öğrencilerim için! Pek seviyolar böyle şeyleri, e tabii dolayısıyla dersi de :))

Neyse ki denemem başarıyla sonuçlandı. Kurabiyeler nar gibi kızardı, evin içi misss gibi YILBAŞI KURABİYESİ koktu!! Bir de şu kalıplardan olsaydı tam super olacaktı :))


Yarın ilk işim şu adam kalıplardan bulup daha güzel kurabiyeler yapmak olacak :)

Tuesday, December 19, 2006

Uzun zamandır yazamıyordum.Bunun iki sebebi var;
1.Yazacak zaman bulamamak
2.Yazacak birşey bulamamak
Geçenlerde oturdum hayatın yada hayatımın ritmiyle ilgili bişeyler yazdım ama bitiremedim, sadece bir draft olarak kalıverdi. Anlatmaya çalıştığım şey aslında özetle şuydu: hayatınız bir anda cok hızlanıp karmasıklasırken ve siz nereye hangi birine yatişeceğinizi bilemezken bir anda ani bir frenle yavaşlayabiliyor ve siz bir anda kendinizi sudan çıkmış balık gibi hissedebiliyorsunuz. Yani en azından bana zaman zaman böyle oluyor!

Neyse güzel bir haftasonu geçirdim(cumartesi günümün neredeyse tamamını çalışarak geçirdiğimi saymazsak). Cumartesi akşamı gidilen tiyatro ve izlenen keyifli bir oyun beni biraz kendime getirdi. Böylece yılın ilk tiyatro aktivitesini de gerçekleştirmiş olduk!
Pazar sabahı, güzel bir uyku sonrası, hiçbiryere yetişmeksizin yapılan keyifli bir pazar kahvaltısı ve gazete keyfinden sonra güzel havayı değerlendirmek üzere dışarı çıkıldı...Uzun zamandır binilmeyen Kabataş motoruna binilerek karşıya geçildi ve tataaaaammm hayatımda bir ilki daha gerçekleştirilip maça gidildi!!

Hep merak etmişimdir bir maçı sahadan izlemekle televizyondan izlemek arasında ne fark var diye!! İkisi arasında bayağ bir fark varmış doğrusu. Bir maçı tv'den izlerken hep birinin yorum yapmasına alışığızdır. O hep bize "biz görmemize rağmen" ne olup bittiğini, kimin topu sürdüğünü, kime pas verdiğini, nasıl çalım attığını vs. anlatır. Halbuki statta öyle birşey yok, oyuncularla aranızda sadece metreler var. Onlar canlı kanlı karşınızda duruyolar,düşüyolar kalkıyolar. Kimin kim olduğunu söyleyen, maçı anlatan bir ses yok, sadece siz varsınız bir de etrafınızda coşkuyla bağıran ateşli taraftarlar! Özetle maçı sahadan izlemek gerçekten çok keyifliymiş. Şimdi milletin neden kar kış yağmur çamur demeden takımlarını desteklemek için her haftasonu stadlara koştuğunu daha iyi anlıyorum..

Monday, December 04, 2006

İnsanın arkadaşlarının "anne" olduğunu görmesi çok acayip bişey. Ta çocukluğundan beri tanıdığın, beraber okula gidip geldiğin, aynı sırayı paylaştığın, beraber yiyip içtiğin, kakara kikiri yaptığın insan bir anda bir "anne" figürü olarak çıkıyor karşına. Bazen inanası gelmiyor insanın. Ben ne zaman bu kadar büyüdüm de arkadaşlarım anne olmaya başladı diye sormaktan alamıyor kendine. Tabii bu durumda bizde yavaş yavaş "abla" mertebesinden "teyze" mertebesine yükselmiş oluyoruz ki bu da çok acayip bir durum!

Daha önce de bahsetmiştim, Engimin bir kızı olacak. Adı ADA olacak. Dün akşam gördüm, kızımız "Ada" yavaştan kendini belli etmeye başlamış. Her geçen gün de daha fazla belli etmeye başlayacak :) Ne mucizevi birşey insanın içinde bir canlının büyüyor olması! Derler ya insanın aklı hafzalası almıyor diye, işte öyle birşey. Tıp da çok ilerlemiş. Annelerimiz zamanında bebeğin cinsiyetini anlamak için annenin karnında yüzük çevirmek gibi ilkel yöntemler kullanılırmış. Yüzük fırıldak gibi dönerse bebek kızmış, yok sabit durursa erkek, yada tam tersi, işte öyle birşey. Sonra ultrason çıktı, hem bebiğin cinsini öğrenebiliyor hem de doktorun verdiği ultrason fotoğraflarıyla bebişinizin albümünü daha o dünyaya gelmeden doldurmaya başlayabiliyordunuz. Şimdi olay biraz daha ilerlemiş, sadece resmine bakmakla kalmıyor bir de evde bebeğinizin hareketlerini gösteren cd'yi izleyebiliyorsunuz. Biz de akşam oturduk izledik Ada'mızı. Biraz kafamız karıştı gerçi, zar zor çözdük nersi gözü, nersi burnu, kolları bacakları nerde nasıl duruyor ama çözdük sonunda :) Çok acayip bişey, gerçekten çok acayip!!

Peki ya doğduktan sonra! O da ayrı bir hikaye...